Güncel Dergiler
Güncel dergileri takip etmeyi severim zira siyasi tartışmaların perdelediği gerçek gündemleri oralarda yakalayabiliyorum. Bu sayede mesela salgın hastalıkların sardığı dünyada bireyselleştirilmiş insanın yaşamını ele alabiliyorsunuz. Modern insanın nerelere sürüklendiğini görebiliyorsunuz. Hakikati reddeden insanın nereden nereye geleceğini müşahede edip bunlar hakkında iki kelam edebiliyorsunuz.
Ama bu sorunlarla nasıl baş edeceğimizin cevabını ne edebiyatta ne kültürde ne siyasette henüz tam anlamıyla ele alabilmiş değiliz. Siyasi tartışmaların gerçeklere teğet geçtiği her gerilimde kültürel iktidar tartışmalarının çıkması da buradan kaynaklanıyor. Kültürel iktidar zihinlerde kurulmuş algılama biçimiyle alakalı bir şeydir. Bu yüzden öyle kolay kolay değiştirilmesi mümkün değil. Cebinde ekmeği olmayan adamın devletten beklentileriyle dalga geçemezsin. “Her şeyi devletten bekleme!” diyemezsin. İnsanlar devlete “vergi veririm-hakkımı isterim” nazarıyla bakıyorsa bu insanların isteğin şeye ikna edebilmek için karınlarının doyması gerektiği gerçeğini unutamazsın.
Neden Kültür Kavramı?
Maneviyatını, kişiliğini din ile tanımlayıp kuran insanların dünyasını çok geride bırakmışa benziyoruz. Aydınlanma çağı sonrası akıl ve bilim Tanrı yerine doğruyu belirlemeye başladığı için artık din bir insanı şekillendirmek için doğruluğun referansı olmaktan çıkarılmış durumda. Peki insanlar sosyal bağlarını din olmadan nasıl kuracaklar? Dinin koyduğu toplumsal kurallar yerine herkesin kendi aklını çalıştırdığı yerde akıllar çatışacaktır. Oysa son çağın mottosu “order&progress” yani “düzen&ilerleme” idi. Hatta bizde de “İttihat ve Terakki” olarak çoktan görünmüştü bile. Ancak herkesin kendi aklını kullandığı yerde bilim yerine tercihler devreye girecek ve bu çatışma düzen&ilerleme getirmekten çok kaos ve tartışma doğuracaktır.
Dolayısıyla böyle bir ortamda toplumu bir arada tutabilecek maya ne olmalıdır sorusu, yanıtını “kültür” olarak bulmuştur. Yeni dünyada toplumun mayası kültür olacak, din değil insanların yaşayış tercihleri merkezde olacaktır. Ataların uygulamalarının hatalı ya da çılgınca olması fark etmeksizin o topluma aidiyet duyulmasını sağlayan bir unsur olarak anılacaktır. Zaten geçmişten beri gelen uygulamaların hatalı olduğuna karar verecek olan bir din unsuru da artık kalmamıştır.
Tabi bu mesele belli bir süre sonra “kültürel görecelilik” oluşturmuş, farklı kültürlerde yaşayan insanların ortak bir hukuki paydada buluşmasına engel teşkil ettiği savunulmuştur. Hatta belirli mevzularda insan hakları ihlali sayılabilecek noktalar oluşturmuştur. Yani kültür için bir had belirlenmesi yeniden gerekli olmuştur. Fakat bu sınırı belirleyen şey artık din değil, akıl ve bilimdir.
Çokça zamandır tartışılan kültür konusu artık o kadar benimsenmiş gözüküyor ki hakim kültürün ne olacağı sorusu çok uzaklaşamadan her toplumsal çatışma sonrası gündeme geliyor. Ancak belirtmekte fayda var ki kendini Müslüman olarak tanımlayanların kültürel iktidar meselesinde daha dikkatli olmaları gerekecektir. Zira yönetime refere ettikleri İslam kültürü özünde İslam şeriatını tanımlamaktadır. Şeriat ise çağın gereği olan “akıl ve bilim sahipleri”(!) tarafından pek çok kere aşağılamalara maruz kalmakta, düzen/leme olarak kabul edilen normlara dahi uymayan muameleler şeriat için reva görülmektedir. O kadar ki mühendislik yapılarak değiştirilmeye dahi cüret edilmektedir.
Tam bu noktada aşağılamalara maruz kalan Müslümanlar için ülkemizde siyasal iktidar olmak, ezilmişlik ve mağduriyeti gidermenin yeterli bir yolu olamamaktadır. Hal böyleyken kültürel iktidar olarak görülen hakim dünya görüşü, bazen bir Müslümanın kendi kafası içinde bile çatışmalara sebep olmaktadır. Bundan önce böyle bir durumda kalan Müslümanın zihninde dini ve mahalli duygular ağır basabiliyordu. Ancak artık Müslümanların bu sorunu çözemediklerini görüyoruz. Yaşam biçimini belirleyen batı değerleriyle, İslamî sorumlulukların çatıştığı bir cereyan ikliminde kalıyor, LGBT gibi her türlü sapıklığı savunacak kadar ileri düzey bir kültür karmaşası içinde sürükleniyoruz. Nihayetinde, inandığı ile yaşadığı farklı olan ve hatta neye inandığını dahi bilmeyen ucubelere dönüşüyoruz.
Kültürel İktidar Nedir
Kültürel iktidar sağlanmasıyla beklenilen nedir acaba? İnsanların pop dinlemeyi bırakıp Dede Efendi, Santurî Ethem Efendi dinlemekten zevk alması mı? Ya da Anadolu insanına güzelce piyano çalmayı öğretmek mi? Veya başörtülü kadına onun da her şeyi yapabileceğini söylemek mi? Peki başörtülü kadın Avrupalı kadınların yaptığı her şeyi yapabildiği halde neden başını açamıyor? Özgürlük savunucusu Müslümanlara başörtüsü taktıran veya muayyen zamanlarda namazlara vakit ayırmalarını zorunlu kılan nedir? İşte Müslüman’ın kafa karışıklığı böyle bir şeye sebep oluyor. Merkeze batı değerlerini alarak Müslüman kalmaya çalışanlar eninde sonunda Avrupalılara hem cismen hem zihnen benzeyecekler. Sadece birkaç aylık ömürleri kaldı o kadar.
Gelelim kültürel iktidara… Kültürel iktidar Fazıl Say’a külliyede piyano çaldırmak değildir. Başörtülü kızları karate şampiyonu ya da keman virtüözü yapmak da değildir. Fatih Camii’nin avlusunda köpek gezdirmek de değildir. Bunlar olsa olsa başkasının kültürünü başkası kadar iyi yapabileceğini gösteren karmakarışık şeyler olabilir. Peki bizim kültürümüz nerede?
Kültür, toplumsal çevreye kabul ettirilip egemenliğin göstergesi maddi ve manevi değerlerdir.1 Yani toplumda egemen olan yaşayışın kolonları üzerine kurulan bir biçemdir, şekildir. Faiz yiyorsak faizden iğrenemez, içimizde bir yerlerde ondan gerçekten nefret edemeyiz. Ya da İslam dininde mevcut olan kısas cezasını AİHM’in baktığı açıdan yaşam hakkıyla değerlendirmek zorunda hissediyorsak, kutsal saydığımız metnin hangi metin olduğunu sorgulamak zorundayız.
Dinimizin bize iğrenmeyi emrettiği şeylerde iğrenme rolü yaparak geçirdiğimiz bir yaşam üzerinde de gerçek bir İslam Kültürü oluşmaz haliyle. Kendi yaşayamadığımız bir kültürü nasıl iktidar alanı yapmayı düşünüyoruz peki? Hangi cüretle!
İslâmi Hassasiyetler
Kültürel iktidar için İslamî hassasiyetlerin akla gelen ilk değerlendirmeleri yapması lazımdır. Onun süzgecinden geçemeyen şeylerin yaşamımızda yeri olmayacağı için yaşanmayan şeylerin kültürü de hayatımıza giremeyecektir haliyle. Fakat “İslami hassasiyet” kavramına da burada bir parantez açmak mecburiyetindeyiz. Bir Müslümanın hassasiyetten önce İslamî zorunlulukları var. Bunları ne yapacağız? Kültürel iktidarın kurucu kolonlarını bu zorunluluklar kurmalı değil midir? Evlenme boşanma hükümlerinin İslamî olması, CMK’nın fıkıh usulünden neş’et etmesi, had’lerin uygulanması, ticaret kanunu vb. en temel unsurlar olmalıdır.
Öte yandan hangi vakıf, dernek, stk, cemaat şeriat yaşayıp ona göre kültür oluşturmakla meşgul ki?.. Faiz yemeyen insanlar finans kurumuna karşı çıkıyor. Teheccüt kılan insanlar; sanat, edebiyat, mimariyi gereksiz buluyor. Milletvekilleri işveren gibi iş dağıtıyor ama ürettiği hiçbir şey yok! Belediye başkanı desek belediye kasasına para atmak için imarı ve mimariyi hiçe sayıyor. Güzel sanatlar okuyup şiir, hikâye yazabilen adamlar da şeriata inanmıyor.
Yani anlayacağınız daha oyunda oynaştayız, kültürel iktidar seçimleri henüz bitmedi. Bu hükümleri kurmak başka bir zamanın hikayesi…
1 Yaşar Çağbayır, Büyük Türkçe Sözlük, TİKA baskı, İstanbul 2016, 5.c, “kültür” md.
Eline sağlik , cok guzel yazi olmus.Her muslumanin kalbindeki ince sızilar.