İlkokul eğitimi aileden sonra bir çocuğa verilebilecek en temel eğitimdir. Burada bir çocuk her haliyle örnek alabileceği bir insan olarak öğretmenini, materyal olarak kitaplarını görmektedir. Dış dünyaya gözlerini açmış ve duyacağı her şey ilk öğreneceği şey olan çocuğa öğretmeni tarafından doğru bir aktarım yapılmazsa bir fidan yükseltmek yerine bir enkazı kendi elleriyle oluşturmuş olur.
Bir çocuk ilkokula başlar başlamaz ona bir dert verilir. Çocuk da böylece hayatına anlam verecek olan o dert uğrunda kendi hikâyesini yazmaya başlar. Ancak bu hikâye ne onunla başlayacaktır ne de onunla bitecektir. Bu bir “Âdemoğlunun imtihanı” hikâyesidir ve bu hikâyede çocuk bir kahraman değil insanlıktan devraldığı bir mirasının emanetçisidir zira bu hayat bir Hollywood filmi değildir.[i] Zaten ahiret ile bağ kurmuş, sonsuzlukla alakalı düşünceleri olan bir insanın tüm bu sonsuzluğun merkezinde kendini görmesi daha ilk düğmeyi ters iliklemek olacaktır.
Bugün ilkokullarımızda çocuklarımıza verilen şuur(?) onları yalnızca iyi bir iş edinip daha yüksek hayat standartlarında yaşamaya güdümlemektedir. Bu hedef öylesine keskinleşmiştir ki onu ahirete bağlayıcı gördüğü her bir bağı jilet gibi kesip atmaktadır. Halbuki yalnızca günlük tüketim ve hayat standartlarına odaklanmış bir ideal anlayışı aslında hiç olmamış demektir. Zira “ideal”in karakteri, onun sonsuzluğa çevrilmiş olmasıdır.[ii]
İlim bir süreklilik içinde ele alınmalı ve âdemoğlunun imtihanında sıranın çocuğa geldiğini ona hissettirmelidir. Çünkü çocuğun kendisinin de âdemoğullarından bir âdem olduğunu bilmesi gerekir. Daha ders kitabının açılışında bile Besmele, Hamdele, Salvele protokolü ile başlamalı, hangi sürekliliğin bir parçası olduğunu bilmelidir. Ahiret ve sonsuzluk ile bir bağ kurup hayatını anlamlandıracak olan arayışının temeline bunu koymalıdır. Ancak bugün tüm dünyaya hâkim olan pozitivist eğitimin jileti, ders kitaplarımızın kadimden beri gelen açılış protokolünü de kesmiştir. Miras aldığımız bu protokol atlanarak milliyetçilik aşılayacak tüm unsurlar ilk sırada sunulmuştur.
Her yerde bir protokol sırasına rastlandığı gibi şimdiki ders kitaplarında da bir sıra mevcuttur. Bu millete bayrak, İstiklal Marşı, Reşit Galib’in Andımız’ı, Atatürk’ün fotoğrafı ve gençliğe hitabe en değerlilerimiz olarak öğretilmektedir. Bir Türk genci bu unsurların en önde geldiğini bilerek büyüsün istenilmiştir. Milliyetçi ve Kemalist bir tavırdır elbette bu. Fakat iyi bir vatandaş olmamızı isteyen ve bunda bir beis görmeyenler, ders kitaplarında besmele, hamdele, salvele gibi büyük bir sürecin parçası hissettirecek protokolü tehlikeli bularak reddetmişlerdir. İlkokul kitabı yazılırken kulluk kitabımız ile irtibatımız kopartılmıştır. Artık bu haliyle ne ilkokul ne son okul kitabını okumanın kulluğa bir fayda sağlaması beklenemez. Hâlbuki hepsinin birlikte yapılması gayet mümkündür ve hem dinin hem de vatanın değerlerine aynı anda kıymet verilebilir.[iii]
Hâkim devlet rejimimizin dayatmaları şöyle dursun farklı görüşlerde hükümetler gelip geçtiği halde ülkemizde bu noktada ayrı bir tutum da görülmüş değil. 2012 yılında yayımlanarak yürürlüğe konan Millî Eğitim Bakanlığı Ders Kitapları Ve Eğitim Araçları Yönetmeliği’nde ders kitapları nasıl başlar, yaprağın hangi yüzünde bayrak hangi yüzünde andımız bulunur, Atatürk’ün ismi nerede yazar vs. her türlü detay ince ince belirtiliyor. Bu yönetmeliği takip ederek nereden nereye geldiğimizi ya da nereden nereye gelemediğimizi görmemiz pek âlâ mümkün. 2012’de yönetmelikte yapılan değişikliklerle[iv] 2009’dan[v] farklı olarak, özellikle ders kitaplarının uygun olması istenen laiklik vurgusunun kaldırılmış olduğunu görüyoruz. Buna rağmen hâlâ Reşid Galib’in Andımız eseri bir Türk çocuğunun ilk öğrenmesi gereken şeylerden sayılıyor ki 1. 2. ve 3. sınıfların kitaplarının başında yer alması zorunlu tutuluyor.[vi]
Mirasçısı olduğumuz şeyler bizi bundan ve bu satırlar üzerindeki ırk tartışmalarından daha büyük yapar. Verilen kıymet, kıymet verenin ömrü kadar sürer. Bir insanın ömrü, devletin ömrü ya da daha uzun yaşayan bir şeyin ömrü kadar… Varlığımız ise yalnızca var eden sonsuzluğun uğrunda feda olursa sonsuz bir kıymet kazanır. Ugandalı ya da Patagonyalı olandan beni üstün kılacak olan şey andımız değil değerlerimize olan sadakatimizdir. Budanan ve sulananlar olmaktan öteye geçmeliyiz. Boynumuz tutuldu batıya bakıp durmaktan diyor bir yazar[vii]. Kendimizi hatırlatacak önceliklerimizi çocuklarımıza doğru öğretmeye ne zaman başlayacağız?
Hayatımızı sonsuzluğa kavuşturacak ilim düşüncesi, günlük hayatın realitesine feda edilmiş durumda. Her alanda başarı arayan, pratik başarılara “hakikat” deyiveren Amerikan pragmatizmi her şeyden önce eğitime tebelleş olmuş bir musibet gibi karşımızda duruyor.[viii]
Bu yüzden bir çocuğun ilk tanışacağı ve devam edeceği ders kitapları Allah’ın adıyla açılmalı. Olan ve olmayanlara hamd etmeli, salavat getirerek ebedî rol modelini hatırlamalı. Bayrağıyla ve marşıyla vatanını tanımalı, tarihini bilmeli. Hem İslam ile hem vatan ile yoğrulmalı bir Türk genci. Vatanın ne için kurulduğunu, dünyanın iyi insanlar hürmetine ayakta durduğunu bilmeli. İyi bir doktorun, avukatın, işçinin, mühendisin, esnafın ve birbirine ihtiyaç duyan tüm bu dengenin ne uğrunda çalışması gerektiğini bilmelidir.
Daha ders kitabının kapağını çevirdiğimizde karşımıza çıkan manzara budur ve artık sayfayı çevirmenin vakti gelmiştir zira önümüzde her sayfası düzeltilecek çok kalın bir kitap vardır. Bu bir tekliftir, bu bir önermedir, bu bir “aynaya bakmanın vakti gelmedi mi” demektir.
[i] Fatih PEKER
[ii] Nurettin TOPÇU, “Türkiye’nin Maarif Dâvası”, 11. Baskı, Dergâh yay. Eylül 2014, İstanbul, s.85.
[iii] Yaşar KANDEMİR, İsmail Lütfi ÇAKAN, Raşit KÜÇÜK, “Riyazu’s Salihin Peygamberimizin Hayat Ölçüleri”, c.1, 9.Hadis açıklaması.
[iv] http://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/859.pdf
[v] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2009/12/20091231M4-8.htm (m.6/b-f)
[vi] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/10/20211014-1.htm (m.8/4)
[vii] Nuri Pakdil
[viii] TOPÇU, s.93.