Başlığa ilk bakıldığında “Müslüman genç kızlara ne yapılıyor da rahat bırakılsın?” diye düşünülebilir, hatta başlık abartılı bulunabilir. Özellikle muhafazakar kesim içerisinde 28 Şubat’ın zor günlerini yaşayanlar, bugünün İslami hassasiyetlere sahip gençlerinin rahat bir toplumda yaşadığını düşünüyor olabilir. O dönem yaşanan zalimce hadiseler ve oluşturduğu travmalar düşünüldüğünde haklılık payı da var. Zira o dönemin mimarlarından Kemal Alemdaroğlu ile 2017’de yapılan ve geçtiğimiz aylarda tekrar gündeme gelen bir röportaj aradan geçen yıllara rağmen haktan ve adaletten nasibini almamış zihinlerde zerre değişiklik olmadığını gösteriyor. Fakat Müslüman genç kızlar için, zaten hakkı olan başörtüsü serbestisini elde etmek önemli olmakla birlikte ulaşılacak yegâne hedef olmasa gerek. Siyasal konjonktürün sağladığı imkanların genişliği Müslüman genç kızların kendi “mahalle”si tarafından maruz kaldığı psikolojik baskının üzerini örtüyor.
Konunun başlangıcı 17-18 yaşlarına kadar farklı aile ve sosyal çevrelerden gelen gençlerin birçoğunun büyük şehirlerde farklı üniversitelerin farklı bölümlerini kazanmasına dayanıyor. Bazıları için lisans dönemi, “Neden bu dünyadayım?”, “Bir insan olarak sorumluluklarım nelerdir?”, “Doğru-yanlış nedir?” gibi derin soruların cevaplarının arandığı ilk gençlik yıllarına tekabül ediyor. Özellikle küçük şehirlerden mesela İstanbul gibi büyük bir şehre gelenler aynı anda hem büyük caddelere, binalara, büyük harflerle konuşan insanlara kısacası her şeyin büyüğüne alışmaya çalışmakta bir taraftan da “doğru” cevapları ararken oradan oraya sürüklenmekte. Eş zamanlı olarak İslami ilimler açığı kapatılmaya, en az bir dil öğrenilmeye, farklı alanlardaki seminer ve konferanslar takip edilmeye, okul notları iyi tutulmaya vs. çalışılıyor. Farkındalığı yüksek insanlar için bütün bu arayış süreci zaten meşakkatli iken bir de Müslüman bir genç kız olarak hakikat yolculuğuna talip olmak daha farklı imtihanları beraberinde getiriyor.
Batı menşeli feminizmin eleştirisini en ağır şekilde yapan ve modernizmin kadına hak ettiği değeri vermediği oysa İslam Peygamberinin Veda Hutbesi’nde kadını baş tacı ettiği gibi söylemleri dilinden düşürmeyen kişilerin günlük hayat içerisinde muhatap olduğu kadınları farklı şekillerde ikinci plana atması Müslüman genç kızların yaşadığı en önemli hayal kırıklarından biri oluyor.
İş yerlerinde sorumluluk vermeyerek veya verilen emeğe rağmen yapılan çalışmada kadının adını geçirmeyerek kadınların ikinci plana atıldığı, kadın ve erkek çalışanlar arasında herhangi bir sorun yaşandığında ilk önce kadınların gözden çıkarıldığı, Müslümanların kurduğu önde gelen STK’ların birçoğunun yönetim kadrolarında bir tane bile kadının yer almadığı, bütün “mahalle” tarafından sessizce kabul edilmiş tartışmaya kapalı meseleler durumunda. Avukatlığa yeni adım atmış siyah ve büyük bir başörtüsü takmayı tercih eden bir Müslüman genç kızın bu meslek için muhafazakar kesimde tanınan bir avukat tarafından naiflikle suçlanması, yine muhafazakar çevrede tanınan kelli felli adamların yanlarında çalışan Müslüman genç kızlarla başka birisi duyması halinde yüzlerinin kızaracağı diyaloglara girmesi ve icra ettiği eserlerle dünya genelinde takdir gören Müslüman piyanist bir hanımefendinin kıyamet alameti olarak görülmesi sıkça duyulan hadiseler haline geldi.
İş hayatında ve sosyal hayatta maruz kalınan ayrımcılıkların yanı sıra kanaat önderlerinin her fırsatta lafa kadının toplumdaki yerinden başlaması, Müslümanların tek ve yegâne sorununun bu olduğu imajını oluşturuyor. Anneliğin zaten özünde var olan ehemmiyet fazlaca vurgulanarak yapılan diğer işler faydasız görülebiliyor, kadının çalışması mevzusu ağızlara sakız ediliyor ve nihayetinde söz dönüp dolaşıp dört eşle evlilik konusunda kadınların iman testine tabi tutulmasına dayanıyor.
Bütün bunlar olurken Müslüman genç kızlar içten içe kendisiyle benzer dertlere muhatap olmuş hemcinsi rol model arayışına giriyor. Fakat “mahalle”de yol gösterecek, dert dinleyecek kadınların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bir genç kız olarak yaşanılan sorunlar bir tarafa; ilgi duyulan, çalışılan herhangi bir alanda da öncü isimler genellikle erkekler oluyor. Bu durumda; yapılan çalışmalarda kadın varsa dahi isminin duyulmaması ve vitrinde hep erkeklerin olması, yukarıda bahsi geçen davranış kalıplarıyla kadınların küstürüldüğünü akıllara getiriyor. Böylece Müslüman genç kızlar hemcinsi rol model alabileceği kişiler konusunda ciddi bir yoksunluk yaşıyor.
Yukarıda bahsi geçen sorunların bir veya birkaçına maruz kalmış Müslüman genç kız eleştiri yapmaya yeltendiğinde ise henüz ilk cümlesinde “feminizm korkuluğu” ile karşı karşıya kalıyor. “Korkuluk safsatası” da denilen “saman adam safsatası” (straw man fallacy), karşı tarafın iddiasını çürütmek için onu eksik veya yanlış yorumlayarak ikinci bir halini oluşturmak ve bu ikinci hali çürütmek anlamına gelir. Gerçek bir adamla baş etmek zor iken samandan yapılmış bir korkuluğun kolaylıkla devrilebileceği gibi asıl mesele çarpıtılarak korkuluk haline getirilen ikinci hali aracılığıyla ana fikir göz ardı ediliyor. Sorunların muhatabı genç kızlar uğradıkları haksızlıkları dile getirdiğinde feminist olmakla “suçlanarak” mahalle dışına itiliyor ve sorunların tartışmaya açılması mümkün olmuyor.
Yazının sonlarına gelirken yazardan bir çözüm önerisi bekleniyor olabilir. Fakat burada “sorun” olarak tespit edilen konunun temeli oldukça eskilere dayanan bir anlayışın ve tarihsel birikimin ürünü. İslam’ın kadın-erkek cinsleri arasına çizdiği sınırların ataerkil toplum yapısının sağladığı bilinçaltıyla buluşmasının ardından gelişen anlayış günümüzdeki durumu ortaya çıkarmış durumda. Sorunun geçmişi eski tarihlere dayansa ve Müslüman kadınlar hayatlarının birçok evresinde bu sorunun farklı veçhelerine maruz kalsa da bahsi geçen sorunlar dile getirildiğinde muhatap bulmuyor, sorunları dile getirenler de adeta linç ediliyor. Dolayısıyla öncelikle sorunun tespiti üzerine kafa yorulması gerekiyor.
“İnsan”, “Müslüman” ve “kadın” kimliklerinin her biri zaten taşınması güç, ağır ve derin muhtevalara sahip. Bütün bu kimlikleri bünyesinde barındıran ve toplumun bu kimlikler için biçtiği kalıplara uymak konusunda baskı yaptığı Müslüman genç kızlar için hayat daha da zor bir hale geliyor.
Birçoğuna ailesinden farklı travmalar miras kalan ve hayatın zorlukları içerisinde bir de farkındalığının sebep olduğu yüksek sorumluluk duygusunun gereklerini yerine getirmeye çalışan, hülasa bütün zorluklara rağmen bu dünyada iz bırakmaya, sahip olduğu hasletlerle Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan Müslüman genç kızları ön kabulleri bir kenara bırakarak anlamaya çalışın!
Samimi olarak derdimizi dinlemeyecekseniz; lütfen, Müslüman genç kızları rahat bırakın!