29 Ekim 2022. Cumhuriyet 99. Yaşına girerken bir TRT spikeri canlı yayında “…bizi ümmet olmaktan çıkarıp birey olma bilincini, cumhuriyet aydınlığını ilmini armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve tüm şehitlerimizi sevgi saygı ve rahmetle anarken…” ifadelerini kullandı. Cümlenin devamındaki düşüklük, bağlamdan kopukluk ve anlamındaki tutarsızlık bu sözün bir gazla söylenmiş, pek de tartışmaya değmeyecek bir ifade olduğunu gösteriyor. Fakat tabii ki bu sözler ümmet kavramını gündemimize getirmesi açısından önemli.

Pandemi döneminde, Twitter sohbet odalarının revaçta olduğu bir zamanda, iftardan sonra açtığımız bir sohbet odasında “İslamcılık” üzerine konuşuyorduk. Sahura doğru, başörtüsünü çıkaran kızlarla ilgili hikayeler yazan eski Medyascope çalışanlarından bir kadın konuşmaya dahil olup “Her şeyden önce Müslümanlar iyi niyetlerini kaybettiler.” gibi bir ifade kullanmıştı. Zannediyorum bu kadının kendisi de tesettürü terk etmiş birisiydi. Bu sözleri, beni bir miktar mesele üzerine düşündürdü; hatta uzun süredir düşündüğüm bu meselede bir sonuca varmam noktasında yol gösterici oldu. O, gün sonunda Müslümanları suçluyor, ben ise gün sonunda Müslümanlara minnet duyuyordum. Bu kadını yahut benzerlerini İslam dininden uzaklaştırırken bizlerin ayaklarını din üzre kılan şey neydi?
Hepimizin kendi hikayesi hem biricik hem de toplumsal olarak bir anlam ifade ediyor, genel içerisinde bir eğilimi gözler önüne seriyor. Karşılaştığımız kin, nefret ve irtida hikayeleri aslında bizlere bir şeyler söylüyor. Lise yıllarımdan bu yana, farklı yaş gruplarından insanların fikirlere ve inanışlara yaklaşırken çoğunlukla bunların savunucuları üzerinden bir değerlendirme yaptığını gözlemliyorum. İlk başlarda bu durumun çok yanlış olduğunu düşünüyordum ancak zamanla bunun insanın doğasından olduğunu anlamaya başladım. Çünkü bir gruba karşı beslediğimiz düşünceler ister istemez onların fikirlerine yaklaşımımızı da etkiliyor. Bu durum sadece dışardan bakarken değil aynı zamanda bir fikrin içindeyken de geçerli. Ait olduğumuz halkanın inananlarına karşı sevgimizi kaybedersek o halka bizi içinde barındırmıyor, bir şekilde dışına kusuyor. Bu sebeple ümmetin çoğunluğu içinde kalmak, uç noktalara savrulmamak ve içerisinde bulunduğumuz bu topluluğa muhabbet beslemek her zaman sıratı müstakime daha yakın olan. Burada kastettiğim yanlışları hoş karşılamak veya devam ettirmek değil. Müslümanları sevmekten bahsediyorum. Bireyliğimizi, tekilliğimizi bu inananlar topluluğu içinde eritebilmek. Zaten bunu yapabilirsek bir ümmet bilinci kurulabiliyor.
İhsan Fazlıoğlu’nun, yanlış temsilleri bahane ederek değerleri terk etmenin münafıklık olduğuna dair bir değerlendirmesi vardır. Buradaki “bahane” kelimesi sözün kilididir. Çünkü bu insanlar zaten inançlarını kaybetmişler. Artık o durmadan eleştirdikleri ve hep yanlışlarını gördükleri topluluğa dışardan, hatta biraz da tepeden bakıyorlar. En tehlikelisi de bu işte, alçalmış insanların başkalarına tepeden bakması.
Peki bu ümmeti nasıl seveceğiz? Aslında dünyayı, mahlukatı ve insanı sevmeden; bunların ve daha nicelerinin yaratıcısına derinden bir sevgi beslemeden, ümmet ile ilişkimizde hep bir soğukluk oluyor. Dünyaya karşı sinirli, Müslümanlara karşı aksi, Yaratan’a karşı isyankâr olmamak için yoldan çıkmadan önce bir durup düşünmek gerek. En nihayetinde seninle aynı Rabb’e inanmış bir kişinin, diğerlerine karşı üstün olduğunu kavramak gerek. Eksiklerine-kusurlarına üzülmek ama iyi niyet beslemek, iyi görmek gerek. Hatalarını kabullenmemek, ancak sürekli kuşatıcı bir tavır takınmak gerek. Hasılı kelam aynı ailenin fertleri olduğumuzu unutmamak gerekiyor. Aile büyüklerinin biraz hayta evlatlar hakkında söylediği bir laf vardır: “Evlat işte atsan atılmaz satsan satılmaz.” Bizim de ümmetten atmaya niyetli olduğumuz bir kardeşimiz, satabileceğimiz bir evladımız yok. Çünkü bu ümmetin dışına çıkarsak hiçbirimizin beş para dahi etmeyeceğini çok iyi biliyoruz.

Ahlak, doğruluk, iyi hasletler ve erdemli bir karakter hiçbir eğitim sisteminin sonucu olarak karakterde yer etmez. Bunlar içerisinde bulunulan toplum fertlerinin hal ve hareketlerine göre kişilerde şekillenir. Müslümanlar Ümmet olmayı bırakıp birey olurlarsa başlarına gelecek ahlaki bozulmanın ve gün sonunda Allah’ın ipini ellerinden kaçıracaklarının farkında olmalılar. Ellerinden kaçırdıkları ip ile düşecekleri o derin çukurun anlamına vâkıf olmalılar. Çünkü ümmet olmadan iman mümkün değil. Mutedil bir hayat içinde yaşamadan, vasat bir ümmetin ortasında yuvamızı kurmadan bize ait olan şeyleri koruyamayız. TRT spikerinin “ümmet olmaktan çıkarıp birey olma bilincini vermek” diye ifade ettiği şey, aslında bizi biz olmaktan çıkarıp birer hiç kimse haline getirmek demek. Çünkü ben kimim sorusunun cevabı ben kimlerdenim sorusunun cevabından farklı değildir. Çünkü“المَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ” yani kişi sevdiğiyle beraberdir.