Aylar önce bir tweet attım: “Bir kedi ağzında taşıdığı yavrusunu koşa koşa acile getirdi.” Medya tweetimi gördü, cümleyi çok yalın ve sıradan buldu, evirip çevirdi ve sonra onu şu şekle getirdi: “Anne kedi, hasta yavrusunu bir hastanenin acil servisine götürüp tedavi ettirdi. Hastane çalışanları yavru kediye yaptıkları müdahalenin ardından veterinere yönlendirerek tam tedavisinin yapılmasını sağladı.”
Bu meseleye geçmeden evvel bir zamanlar internet aleminde viral olan, bir müzede yere bırakılan gözlüğün eser zannedilmesi hadisesinden bahsetmek istiyorum. Çünkü iki olayın aynı temele sahip olduğunu düşünüyorum.
İki genç San Fransisco’da bir modern sanat müzesinin duvarlarından birinin dibine bir gözlük bırakıyor ve fotoğraflardan gördüğümüz kadarıyla gözlüğün hemen üzerinde de eserlerin yanlarında bulunan ve eserin-sanatçının hikayesini anlatan sanat metinlerinden mevcut. Sergiyi gezen insanlar gözlüğü ve üzerindeki açıklama metnini görünce, hiçbir sanatsal değere sahip olmadığı açık şekilde belli olan gözlüğün başına dikiliyor, üzerindeki metni okuyor, gözlüğü inceliyor ve hatta onun bir sanat eseri olduğuna inanarak fotoğraflarını çekiyor. Bu haberi gördüğümde epey güldüm ve böyle bir yeme düştüklerinden dolayı ister istemez insanlarla alay ettim. Fakat kısa bir vakit durup düşündükten sonra benim de bu yeme düşme ihtimalimin oldukça yüksek olduğunu fark ettim. Çünkü sergi gezmekten hoşlanıyordum fakat bazen gezdiğim modern sanat sergilerinde bana pek de anlamlı gelmeyen ancak bir yandan da muhakkak bir hikayesi olduğuna inandığım birçok eserle karşılaşıyordum. Bazen dümdüz bir duvarın, bazense led lambalarla yazılmış bir levhanın bile sanat eseri olarak sergilendiği sergilerde bulunmuştum ve eğer o sergilerden birinin zemininde, üzerinde açıklama metninin bulunduğu bir gözlük görsem, durup bunu incelerdim. Çünkü ortada tuhaf bir durum ve bir de bu tuhaf durumun hikayesi var, neden incelenmesin ve hatta eğer yazılmış hikâye ilgi çekiciyse, buna neden itibar edilmesin ki?
O gözlük, medyanın bütün bir özeti değil de neydi? Oraya istediğini koyar ya da zaten var olanın üzerine bir hikâye yazıp oraya asar ve sıradan bir vakitte yanından geçip gidecek insanları durdurup hikâyeyi okutur ve hatta inandırır…
Şimdi kendi basit hikayeme geleyim. Aylar önce babamın sağlık sorunları sebebiyle acile gitmiştik. Saatlerce orada bekledik, epey canımız sıkılmış ve yorulmuştuk. Orada beklerken acile ağzında küçük yavrusuyla koşa koşa giren bir kediyi gördük. Muhtemelen anne kedi yavrusunu sıcak bir yere taşıma ihtiyacıyla içeri girmişti. Çünkü çalışanların söylediklerine göre de kedi zaten hastanenin civarında dolanan bir kediymiş, daha önce de birkaç kez yavrulamış ve yine yavrularını oraya taşımaya çalışmış. Doktorlar ve diğer görevliler de kedileri görünce etrafına toplanıp bir süre onları sevdi. Biz de kedileri bir süre sevdik, ikisi de gayet sağlıklı görünüyordu. Yavru biraz haylaz ve anne de korumacıydı; yavru uzaklaştıkça ensesinden tutup acilin en sessiz ve insanlardan uzak köşesine götürüp çekiliyordu. Kedilerin o anki vaziyetini tatlı ve komik bulduğum için birkaç fotoğraf çekip orada beklerken fotoğrafları Twitter’a attım. Akşam olup biz eve dönene kadar kediler orada gezip oynadı, insanlar da bir süre sonra işlerine döndü.
Tweet attığım gün fotoğraflar başta yüz-yüz elli beğeni alıp sakin kaldı. Fakat daha sonra fotoğrafları bir anda birçok kişi paylaşmaya ve art arda binlerce paylaşım ve beğeni almaya başladı. Sosyal medyadaki büyük hesaplar fotoğrafları alıp kendi yorumlarını ekleyerek paylaşıyordu. Fotoğrafların, “Anne kedinin yaralı yavrusunu koşa koşa acile taşıdığı” Cümlesiyle paylaşılmaya başladığını gördüğümde pek şaşırmadım. Çünkü o görüntü ve tweet, insanlara kedinin yaralı yahut hasta olduğunu düşündürmüş olabilirdi. Her ne kadar üzerine eklenen yorum durumun gerçeğinden uzak olsa da pek de şaşırtıcı bir değişim değildi. Henüz, değildi.
Fotoğraflar paylaşılmaya devam ettikçe başta küçük, ardından büyük haber sitelerinin editörleri ve televizyon kanallarından görevliler bana mesajlar, mailler atıp konuyla ilgili görüşmek ve röportaj yapmak istediklerini söyledi. Bana kedilerle ilgili ulaşmaya çalışan insanlara, haber niteliği olan bir durumun olmadığını izah etmeye çalıştım ancak insanlar ısrarla bir dram arıyordu. Hastaneye gitmek isteyen gazeteciler oluyordu, hastane sürekli aranıyordu. Ve zaten kısa bir süre sonra olay benim beyanımdan çıktı ve şu hali aldı: “Anne kedi yaralı yavrusunu koşarak acile getirdi, doktorlar kedilere gerekli müdahaleyi yaptılar, süt ve mama verilerek karınları doyuruldu. Ardından veterinere sevk edildiler.” Ortada bir dram malzemesi vardı ve bu malzemenin üzerine tam da oturacak şekilde bir hikâye yazılmıştı, fakat yazılanlar oldukça inandırıcıydı. Öyle ki fotoğrafları ben çekmemiş olsaydım, ben de bu cümlelere kolayca inanabilirdim.
Bu sırada yurt dışından konuyla ilgili mailler almaya başlamıştım. Olay Reddit’e Euro News’e düştüğünde bu sahte hikâye yabancı kaynaklara da kolayca yayıldı. Yabancı ajanslar konuyla ilgili detay alabilmek için bana mailler atıyordu. Yurt dışındaki yerel ve uluslararası haber sitelerinde fotoğraflar uydurulmuş dramla birlikte paylaşılıyordu. Ancak benim “Yok artık!” dediğim an, yurt dışındaki bir Türk elçiliğine kedilerin tedavisi ve hastaneye teşekkür mahiyetinde bağış yapılmaya çalışıldığını öğrendiğim an oldu. Biraz kedi, biraz dram ve sahte bir hikâye, hiçbir çaba sarf etmeden bağış toplanmasına sebep olabilmişti. Haftalarca kediler gündemde kaldı, türlü yerden karşıma çıktı. Ve biz konunun geldiği yeri hayretle izledik. İnsanlar inanmak istediği şeye inandılar, medya da onlara bunu verdi. Gerçek pek şatafatlı değildi, bu yüzden de pek merak edilmedi. Olayın en başından itibaren duruma hiç müdahale etmedim çünkü o müzenin zeminine o kedi fotoğraflarını ben koymuş olsam bile üzerine çoktan albenili bir hikâye yazılmıştı ve kimse hiçbir cazibesi olmayan gerçeğe inanmak istemeyecekti.
Bu olayı okuyanlar buradan medyanın güvenilmez olduğu çıkarımında bulunabilir -ki haklıdırlar da- ve karşıda olanı suçlamanın kolaylığına sığınıp vicdanını rahatlatabilir. Ancak hayır mesele tamamen bundan ibaret değil. Çünkü bunu görmeyi talep eden yahut talep edileni karşılayıp ilgi/etkileşim kazanmak isteyen bizzat bizleriz.
Bir hayvanın koşa koşa acile girmesi karikatürize bir vaziyettir, üzerine pek çok hikâye yazılmaya elverişlidir ve işin aslı, biz de bu hikâyelere inanmak isteriz. Belki bu fıtratımızın hüsn-i talile olan yatkınlığından sebeptir, bilemem. Medya ve dolayısıyla insanlar, bu yatkınlığımızı yıllar yıllar evvel zaten keşfetmiş, “click bait” kültürü de bu keşiften meydana gelmiştir. İnsanlar güzel yahut farklı olan hikâyeyi görmek ister, bu minvalde verilere yönelir. Bu yönelimden faydalanmak isteyen insanlar da ya böyle hikayeler bulur ya da böyle hikayeler uydurur.
Velhasıl, niyetim zaten medya tarafından fazlaca sahiplenilmiş bu iki kediden yeniden bahsetmek değildi; bu kediler bana ne anlattı ya da bize ne anlatmalı, bunların derdindeyim. Medyanın, objektifi sadece göstermek istediği yere çevirdiğini hepimiz zaten az ya da çok biliyoruz, ben de biliyordum. Fakat buna rağmen öylesine yapılan bir paylaşımın, yapay bir hikâyeyle dünyanın bir ucundan bağış toplayabilir duruma geleceğini pek de tahmin edemezdim. Medyanın manipülasyon gücünü bire bir deneyimlediğim bu meseleden sonra her türlü habere/paylaşıma şüpheyle bakmanın ve hakikati sorgulamanın ne denli elzem bir mevzu olduğunu da bir kez daha kavradım.
Hucurat Suresi’nin 6. ayetinde, “Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın” şeklinde emredildiği gibi araştırmanın ve hakikatle hüküm vermenin de bir farz olduğunu hatırlamamız gerek. Fasık, güvenilmez kimse demekse; verinin böylesine önü alınamaz bir çoklukta olduğu bir çağda medyanın güvenilmez konumdaki kimse olduğunu söylemek pek zor değil. Ve ne yazıktır ki biz de bazen önümüze düşen kaynaksız bir paylaşımla bile kolayca hüküm verip hareket edebiliyoruz. Ve daha da kötüsü, gördüğümüz şekli hoşumuza gittiği için bunu değiştirecek başka bir söz duymak istemiyoruz.
Bu medyatik kediler, medyanın manipülatifliğinin en masum örneklerinden biri olsa ve olası kötü bir sonuca kapı açması çok küçük bir ihtimal olsa da bunu daha ciddi ve hayatî mevzulara bir çağrışım olarak düşünerek meselenin gerçek ehemmiyetini daha iyi kavrayabiliriz. İnsanlar onlara güzel yahut ilgi çekici görünen hikâyeye itibar etmeye daima meyillidir ancak en azından şahsıma olan öğüdüm; bir tweeti bile, hikâye güzel olsa dahi bizi yolda tutacak olanın hakiki hikâye olduğu bilinciyle retweet etmektir.
Çünkü o müzenin duvarının dibine daima bir gözlük bırakılacak ve pek tabii medya o gözlüğün üzerine ilgi çekici ve yanıltıcı bir hikâye yazacak. Yüzyıllardır süregelen bu sistemi değiştirmek pek kolay değil. Ancak bizim payımıza düşen sorular şunlar: Biz orada durup o hikâyeyi okusak bile, o gözlüğün sahiden de bir sanat eseri olduğuna inanacak hatta belki onu fotoğraflayıp yayacak mıyız? Sanat eseri olmadığı alenen belli olan gözlüğün yanından geçip uzaklaşacak mıyız? Yoksa gözlüğü yerden alıp bunu kimin düşürdüğünü soracak ve hakikat arayışına kollarımızı sıvama liyakatini gösterecek miyiz?