“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i: ‘Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?’ der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”
Tirmizî, Mevâkît 188; Ebû Dâvûd, Salât 149; Nesâî, Salât 9; İbni Mâce, İkâmet 202
Eğer öyle sanılacaksa diye baştan söylemek istiyorum, hayır bu yazıda namazın öneminden bahsetmeyeceğim. İnandığımız değerler gayet açık ve net iken, muhataplarımızın inansa da inanmasa da bunlara saygı duymak zorunda olduğu yüzyılda başka bir şeyden bahsedeceğim. Evet namaz benim, hatta azımsanmayacak bir kalabalık olan bizlerin hayatından üç öğün yemek gibi çıkarılamayacak bir yerdedir. Yani olmalıdır. Evet, maalesef günlük hayatımıza dönüp baktığımızda çoğu zaman böyle olmadığını da görüyoruz ama neden en ideal olana yaklaşmaya çalışmaktan geri duralım ki?
Biz bu ideale ulaşmaya çalışırken önümüze çıkan en önemli sorunlardan biri mescidsizlik. Ya da mescidsizlik diye tabir etmeyeyim çünkü yine de iyi kötü mescide bir şekilde ulaşıyor sayılırız, nankörlük olmasın. Derdimizin adına; izbe mescidler sorunu ve abdesthanesizlik üzerine mülahazalar diyelim. Hayat meşgalemizi sürdürdüğümüz birçok mekanda böyle bir sorun var çünkü. İzbe; basık, kuytu, loş, nemli yer. Avm’nin zemin katı, hastanede morgun yanı, adliyenin eksi 6. katı, fakülte koridorunun en sonundaki kullanışsız, ortasından kolon geçen oda. Pespaye bir halıfleks de attık mı, tamamdır ortalama bir Türkiye mescidi. Daha ne isteyeceğiz ki.
Aslında geride bıraktığımız Türkiye on yıllarına dönüp bakınca kamu kurumlarında mescid olması bir dönem hayali bile kurulanmayan bir şeyin başarılması, ortaya konulabilmiş büyük bir kazanım olarak görülüyor, ki öyle de. Ama böyle bir eşiği aştıktan sonra daha iyisini istemek aklımıza dahi gelmiyor çoğu zaman. Bir dönem zihinlerimize vurulmuş ketler halen bugün ufkumuzu daraltıyor. Daha fazlasını talep etmemiz anlamsız, belki şımarıkça geliyor.
Oysa dünyanın çeşitli yerlerinde, gayrimüslim ülkelerde dahi Müslümanlar günün belli saatlerinde namazla, yılın belli dönemlerinde oruçla biliniyor artık. Üniversitelerde, hastanelerde, havalimanlarında “prayer room” kavramı oturmuş ve gayet nezih mekanlar sunuluyor. Ama biz kendi ülkemizde hala tekrar tekrar kendimizi ve değerlerimizi kanıtlamak, bunların kıymetini göstermek ve birilerini ikna etmek zorunda kalıyoruz. Baştan savılıyoruz, geçiştiriliyoruz, buna bir tavır da koyamıyoruz. Sağlanan birkaç imkan lütuf gibi görülüyor. Bizim bunu öncelediğimiz bir türlü kabul görmediği için genellikle son anda belki sonradan akla geliyor. Oysa ben istiyorum ki bir kurum planı çizilirken kantin, kafetarya unutulmayıp insanların buna ihtiyacı olduğu düşünülüp merkezi bir yere konumlandırılıyorsa mescid de zihinlerde oraya konumlandırılsın. Ya da bir avm tasarlanırken asansör, yürüyen merdiven unutulmuyorsa mescid de unutulmasın. Sonradan akla gelip boşta kalmış, kullanışsız bir köşe mescid yapılmasın. Sonra o kullanışsız köşe tutup yeni sıkıntılar meydana getirmesin. Bir üniversite öğrencisi gün boyu okulda iken hangi tuvalette, hangi hijyen dışı şartlarda abdest alacağının kaygısını duymasın ya da fizandaki, talebe yetersiz gelen mescide gittiğinde derse gecikmenin kaygısını. Dışarıda abdest almanın zorluğu, zaten namaz kılmakta zorlanan birçok kardeşimizin nefsine yenik düşme ihtimalini de pekiştiriyor. Tesettürlü bir hanım için necaset kavramını da namazın dışında düşünemeyecek olursak makul hijyen koşullar olmadığında abdest almak çok meşakkatli bir eyleme dönüşüyor.
Ayrıca ‘kadınlar mescidi’ izbeliği meselenin bambaşka bir boyutu ki mevzudan bahsetmek düşüncesini geçirirken önce bir çekinmiyor değilim. Çünkü bu tarz hak arama talepleri kendi Müslüman çevremizde bile feministlik olarak yaftalanabiliyorken, bunun derdini başkasına nasıl anlatırız bilemiyorum. Mescidler kuytu yerlerde olur, kadınlar mescidi mümkünse daha kuytu, daha küçük, daha penceresiz, daha havasız yerlerde.
Elbette ki ülkemizde çok güzel, ince detayları ile düşünülmüş, görünce içimizi açan yapandan düşünenden Allah razı olsun dediğimiz mescidler de var. Hepsi çok kötü deyip genellemek adaletsizce olur ama biz onları daha çok görmek istiyoruz. Hayatımızın merkezine alabileceğimiz, oturup sohbetlerimizi edebileceğimiz, kendimizi ait hissettiğimiz sıcak, büyük, aydınlık, ferah mescidlerimiz olsun istiyoruz. Bunları değiştirmek, düzeltmek çok zor değil sadece hem talep eden bizler için hem de talebi karşılayacak kimseler için değişmesi gereken bir zihniyet meselesi.
Ülkemiz mescitlerinin hal-i pürmelalini anlatan güzel bir yazı olmuş yazarımıza tebrik ederim