Eşcinsellik, Bilim ve Müslümanca Tavır Çıkmazı

Eşcinsellik, Bilim ve Müslümanca Tavır Çıkmazı

Özellikle son otuz senede ivme kazanan birçok çalışma ve yayının odağında olan önemli mevzulardan biri eşcinselliğin genetik bir kökeninin olup olmadığı. Genetik kökeninin olabileceği iddiasında olanların dayandıkları iki temel argüman ise “gay geni” ve “eşcinselliğin doğada da olduğu.” Zira böyle bir genetik kodun tespit edilmesi veya diğer canlılarda da görülen bir durum olması, “eşcinselliğin sapkın bir tercih olduğu” algısının yıkılması, eşcinsel bireylerin de tıpkı heteroseksüel bireyler gibi “normal” olduklarının ispat edilmesi anlamına gelecektir. Bu amaçla, her ne kadar bu konuyu işleyen çalışmaların bilimsel yaklaşım ve uygulanışlarında titizlikten söz etmek güç olsa da, 90’larda başlayan bir dizi çalışmada “gay geninin” ve eşcinselliğin genetik temelinin varlığı iddiaları ortaya atıldı.

Buna ek olarak, eşcinselliğin doğada var olduğu argümanını desteklemek amacıyla, kurt ve sinek türlerinden aslanlara kadar geniş bir skalada hayvan türlerinin cinsel davranışları üzerine incelemeler yürütüldü ve bazıları hala devam ediyor. Ancak, aşağıda ele alacağımız üzere, bilimsel yöntem ve yaklaşımlara sadık kalabilen bilim insanlarının da ifade ettiği gibi, yapılan gözlem ve araştırmalar gerek örneklem gerek analiz ve verilerin yorumlanması noktalarında yanıltıcı gözükmekte. Kimin ne düşündüğünden bağımsız olarak, bilimsel bulgular eşcinselliğe sebep olan herhangi bir genin varlığını ortaya koyabilmiş olmadığı gibi, bu hususta günlük siyasi hedeflerden bağımsız olarak toplumsal düzenin sağlanması için Müslümanca tavrın ne olması gerektiğini -en azından yeterince yüksek sesle- ifade eden bir merci de bulunmuyor. Bu ahval içinde Müslüman gençler “elinde olmadığı bir farklılıktan dolayı insanları ayrıştırmanın yanlışlığı” düşüncesiyle bu noktada nasıl bir tavır takınacakları konusunda ciddi kafa karışıklıkları yaşamaya devam ediyor.

Bir yandan “artık buna tercih demeyi bırakın, bu bir yönelim ve bilinçli bir seçim olmadığı için saygı duymak zorundasınız” derken (1) eşcinselliğin tespit edilmiş bir genetik kökeninin olmadığı iddialarına “olmak zorunda mı?” diye yanıt veren, ancak bunun ispatını dört gözle bekleyen tutarsız bir kitlenin linç girişimi üzerine yazma kararı aldığım bu yazıda, önce “gay geninin varlığını ispat ettiğini” iddia eden araştırmaları ve bunlara yapılan eleştirileri, ardından bütün eleştiri ve yalanlamalara gözlerini yumarak bu sözde bulguları bir propaganda aracına dönüştüren bazı odakların girişimlerini, kaynaklarıyla birlikte ortaya koymaya çalışacağım. Bunun ardından, eşcinsellik konusu özelinde Müslüman gençler arasında yaşanan “İslam’a aykırı olan durum ve fiilleri İslam’ın bir parçası gibi görme” şeklinde tezahür eden kafa karışıklığı konularını ele alacağım.

Bilimsel Çalışmalarda Gay Geni

Evrim ağacı’nın ilgili yazısında aktardığı şekliyle 90’larda en çok yankı uyandıran “gay geni” çalışmasına dair kısmı doğrudan alıntılıyorum (2):

1993 senesinde Amerikalı genetikçi Dean Hamer, anne tarafından birkaç tane gay erkeğin bulunduğu bir ailede ortak genler olduğunu ve bunların X kromozomu üzerinde taşındığını ileri sürdü. Yaptığı araştırma sonucunda gay olan kardeşlerin X kromozomlarının uç bölgesinde küçük bir bölgenin ortak olduğunu gösterdi ve bu bölge içerisinde erkekleri eşcinsel yapan bir gen bulunduğunu ileri sürdü. Hamer’ın sonuçları son derece tartışmalıydı. Hayatının ve araştırmalarının her evresinde, eşcinselliğin en azından kısmen bile olsa genetik olamayacağını savunan insanlarca kendisine meydan okundu. Bu kişiler, aynı zamanda, eşcinselliğin bir “yaşam biçimi seçimi” olduğu kanısındaydılar.

Bu noktada Evrim Ağacı, ilgili yazıyı okursanız göreceğiniz üzere, neden bulguların yanıltıcı bulunduğunu ifade etmek yerine 2014’te yapılan İnsan Genom Projesi’nin “gay genini tespit ettiğini” şüphesiz bir hakikat gibi sunuyor. Fakat iki çalışma için de ilgili bilim insanlarının göz ardı edilemeyecek seviyede eleştirileri söz konusu. Onlar objektif bir ölçüt olduğu varsayımı üzerinden kutsallık atfederek savundukları bilimi kendi toplumsal ve ideolojik hedeflerine uygun olduğu noktada baş tacı ederken, işlerine gelmeyen kısımları yontarak tutarsızlık ve art niyetlerini ortaya koysalar da, biz objektif kalabilen bilim insanlarınca ifade edildiği şekliyle güvenilir bilimsel çalışmaları dikkate almakta ısrarcı olmalıyız. Eşcinselliğin genetik kökeni üzerine yapılan çalışmaların tamamını ele aldığı bir makale yayınlayan McGuire’in belirttiği üzere herhangi bir genetik çalışma, aşağıdaki beş özelliği taşımak zorundadır:

– bireysel farklılıkların geçerli ve tutarlı ölçümü,
– biyolojik ilişkilerin tespit edilmesine elverişli bir yöntem kullanılması,
– rastgele seçilmiş katılımcılar,
– genellemeye uygun katılımcı miktarı, ve
– veriyi yorumlamakta kullanılacak uygun genetik modeller. (3)

Bunlara ek olarak, araştırmacılar verinin aslında iddia edilen sonuca götürüp götürmeyeceğine dair dikkatli bir yaklaşım sergilemekle yükümlüdür. Ancak, ilgili çalışmaları eleştiren birçok bilimsel yayında açıkça ve ısrarla ifade edildiği üzere, gay geninin varlığı iddiasında olan çalışmalar, böyle bir genin varlığını ispat etmekten uzaktır ve bu çıkarımı yapmak “iman seviyesinde bir taraflılık icap ettirir.” (4) Zira, 2016 yılında yayınlanan ve bu konudaki genetik çalışmaları kritik eden bir makalede (5) ifade edildiği üzere bu çalışmalarda verilerin yorumlanması ve katılımcı seçimi oldukça taraflı ve tutarsızdır. Mesela, bu çalışmalardan birinde gazeteye ilan verilerek gay bir ikizi veya kardeşi olan kişiler çalışmaya katılmaya davet ediliyor. Kendini gay olarak tanımlayan bu kişilere, kendilerinin ve kardeşlerinin cinsel tercihleri sorular içeren anketler gönderiliyor. Sonuçlar tek yumurta ikizlerinin %52’sinin, çift yumurta ikizlerinin %22’sinin, üç yaştan daha küçükken evlat edinilmiş kardeşlerin ise %11’inin kendini eşcinsel olarak tanımladığını gösteriyor. Bütün çevresel faktörler, bu bireylerin yetiştirilme şekilleri, maruz kaldıkları, tecrübeleri tamamen göz ardı edilerek, sadece tek yumurta ikizlerinde cinsel tercih benzerliğinin daha yüksek oluşu bulgusuna dayanarak eşcinselliğin genetik olduğu iddia ediliyor. Ancak, genetik olarak tek ve çift yumurta ikizlerindekiyle çok benzer sonuçlar vermesi gerekirken ikiz olmayan biyolojik kardeşlerde cinsel tercih uyum oranı %9,2 olarak tespit ediliyor ve bu sonuç “herhangi bir genetik hipotez için son derece yetersiz” olarak tanımlanıyor. Buna ek olarak, evlat edinilen kardeşler arasında uyum %11 iken, biyolojik kardeşler arasındaki uyumun %9.2 olması, eşcinselliğin genetik kökeninin olduğunu değil, olmadığını gösterir. Bu tutarsızlıklar açıkça ifade edilmesine rağmen göz ardı edilegelmiştir.

Bilimsel çalışmalardaki tutarsızlıkların bazen politik sebeplerle göz ardı edildiği de az rastlanan bir iddia değildir. Mesela, durumun sosyal, politik veya bilimsel olarak doğru olup olmadığı tartışmasından bağımsız olarak, eşcinselliğin psikolojik bir rahatsızlık olmadığı ve eşcinsel bir bireyin psikolojisinin de eşcinsel olmayan bir bireyle tamamen aynı ve normal olduğu iddiasının temellendirdiği bilimsel çalışma, eşcinsel olduğunu söyleyen ve olmadığını söyleyen kişilere zeka soruları sorarak ‘eşcinsel olan ve olmayan bireylerin aynı soruları çözebildiği’ bulgusuna dayanıyor (5). Burada en basit ifadeyle tehlikeli seviyede varsayımlar içeren bir yaklaşım söz konusu. Bu varsayım, zeka sorusu çözebilen bir bireyin psikolojik olarak tamamen normal olduğu. Zihin gibi kompleks bir yapının IQ test sonucuna indirgenmesi durumunu bu noktada okuyucunun takdirine bırakıyorum. Bunlara ek olarak, 470.000 kişiden toplanan verilerle yürütülen İnsan Genom Projesi’nin bulgularının eşcinselliğin genetik kökenlerine işaret eden hiçbir sonuç ortaya koymadığı da birçok kaynakta defalarca ifade edildi. Ancak, eşcinsel davranışa sebep olduğu iddia edilecek bir gen tespit edilemediği için, bugünün kucaklayıcı ikliminde “yoktur” diyemedikleri için, “tek bir gen tespit edemedik, birçok gen aynı anda etkiliyor olabilir” (6) dendiği için, bu çalışmadan yine kendi istediklerini anlamakta ısrar etmeye devam ediyorlar.

Yukarıda bahsedildiği üzere eşcinselliğin “normal” olduğu iddialarının temellendirildiği bir diğer bulgu “doğada gözlenmesi.” Un kurtlarından aslan ve maymunlara kadar birçok hayvan türünde benzer gözlemler sürdürülüyor. En çok bilinen örneklerden biri olarak, Canada’da bulunan Lethbridge üniversitesinde çalışan Paul Vasey isimli bir araştırmacı, yaklaşık yirmi senedir makak maymunları üzerinde eşcinsel davranışları gözlemliyor. Ancak, Vasey şunu net şekilde ifade ediyor: Eşcinsellik davranışı gibi görülen “üzerine çıkma” gibi davranışlar aslında homoseksüel davranışlar değil. Dişiler erkekleri çiftleşmeye teşvik etmek amacıyla sırtlarına çıkma gibi bir alışkanlık geliştirdikleri için, diğer dişilerin de üzerlerine çıkabiliyorlar ve bu durum herhangi bir cinsellik içermiyor. Kaldı ki cinsellik olarak algılanabilecek davranışların da merak ve oyun amaçlı tekil davranışlar olduğu, bir yönelim ifade etmediği açıkça ortaya koyulmuş durumda. (7) Ancak, yine bilimsel bulgu olduğu için doğru kabul edilmesi gerektiği ön kabulüne dayalı olarak işlerine geldiği noktada faydalanıp, beğenmedikleri yerde bilimi göz ardı etmeyi alışkanlık haline getiren Evrim Ağacı ve yabancı muadilleri, yanlışlığı defalarca ispat edilmiş argümanlar üzerinden, fikirlerini, onları “sorgulayan” olarak niteledikleri için sorgulamayı akıllarına bile getirmeyen yüzbinlere sunmaya devam ediyor. (8)

Müslüman Gencin Konumu

Yukarıda ifade ettiğim üzere, elinde olmadığı bir farklılıktan dolayı insanları ayrıştırmanın ve zulmetmenin yanlışlığı düşüncesiyle Müslüman gençler bu noktada nasıl bir tavır takınacakları konusunda ciddi kafa karışıklıkları yaşıyor. Bir yanda Lut kavminin helakı bahsi sebebiyle eşcinsel bireylerin sorgusuz sualsiz katledilmesi gerektiğini düşünen, diğer yanda eşcinsel ya da trans olmamayı, hemcinsini cinsel olarak tercih etmemeyi bile “fobi” olarak tanımlayan iki bakış açısı arasında kalmış bulunuyoruz. Konunun İslam’a göre tam olarak nereye konumlandırıldığını ve hükmünü tayin etmek ne benim, ne de bu yazının sınırlarının haddidir. Ancak, sırf Müslüman kimliği taşıdığı için kendini Müslümanların temsilcisi olarak görüp belirli konularda nasıl bir tavır takınılması gerektiğine dair fikir beyan edebileceği yanılgısıyla Kur’an ve hadislerden alakasız parçaları birleştirerek bir Müslümanın eşcinselliği toplumun “olması gereken” bir parçası olarak kabul etmesi, “ılımlı/kabullenici” bir tavır sergilemesi gerektiğini ortaya atan kişi ve yaklaşımların en basit ifadeyle iyi niyetli ve kabul edilebilir olmadığı kanaatindeyim.

Müslümanlar olarak biz Allah’ın açıkça yasakladığı bir fiil konusunda hükmün bize düşmediği farkındalığıyla çevresel ve psikolojik sebeplerle bir bireyin kendini eşcinsel olarak tanımlaması durumunun zorla ortadan kaldırılması gibi gerçek dışı fikirlerin taraftarı değil, eşcinselliğin kurumsal, yasal, olması gereken ve hatta bir ayrıcalık sebebi olarak kabul edilmesinin arkasında duramayacağımızın bilincinde olmalıyız. Kimse eşcinsel olduğu için acı çeksin, ayrıştırılsın, dışlansın veya herkes Müslüman olmalıdır denmemesine rağmen, dikkatleri ısrarla eşcinsel/trans oluşuna çekmeye ve bütün insani değer ve erdemlerinden bağımsız olarak sadece cinsel tercihiyle kimlik inşa etmeye çalışan bir kitleyle karşı karşıyayız. O halde, biz de tavrımızı bu bilgi ışığında belirlemek durumundayız. Ayrıca, Twitter gibi mecralarda artarak çoğalan şuursuz “reformist Müslüman” profiller gibi Müslümanların açıkça Kur’an’da yasaklanan bir tercihin örgütleşmesini, normalleşmesini ve yasallaşmasını savunması gerektiğini iddia edenlerin yaklaşımlarının İslam’la hiçbir surette örtüşmediğini de sık sık hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekir. Ne yazık ki, bu kişilerin fikirlerini İslam’dan bağımsız ifade etmek yerine “bir Müslüman olarak”, ayet ve hadislerden işe yarar buldukları parçaları bağlamından kopararak kullanmak suretiyle ortaya koymayı tercih etmeleri, gündelik hayata ve topluma hiçbir yansıması olmayan tamamen ılımlı ve yüksek toleranslı bir Neo-İslam’ın inşasına hizmet etmektedir ve/veya bu potansiyeli taşımaktadır.

Mensup olduğumuz dinden bağımsız olarak içinde yaşadığımız toplumu ve gençlerimizi her türlü siyasi, toplumsal, sosyal ve kültürel erozyondan, asimilasyondan ve dejenerasyondan muhafaza etmek vicdani yükümlülüğümüzdür. Zira bu mevzularda hassasiyetler yavaş yavaş esner ve zaman içerisinde kökten silinir. Ali Şeriati’nin en isabetli bulduğum tespit/öğütlerinden biri şudur: “Şuursuzluk, şerefsizlik kadar suçtur.” Toplumsal mevzularda İslami ölçü ve anlayışı araştırmak, öğrenmek ve gerekli noktalarda bunun aksiyona dönüşmesi her vicdan sahibi insan ve Müslümanın asli görevlerindendir. İnanmak, Allah’tan başkasının ilahlığını reddederek başlar, Allah’ın razı olmadıklarını reddederek devam eder veya sineye çekerek, tolere ederek zayıflar.

Bilimsel olarak genetik olduğuna dair bir işaret bulunamamış olması dolayısıyla eşcinselliğin çevresel ve psikolojik faktörlerin bir sonucu olarak geliştiğini varsaymak durumundayız. Bu noktada, Müslümanlar olarak eşcinselliği insanların bir kesiminin imtihanı olarak kabul edip, onlara bu imtihanlarında kolaylıklar dilemekle birlikte, bunun yaygınlaşmasını, normalleşmesini, yasal, normal, olması gereken ve hatta bugün bazı toplumlarda olduğu gibi bir ayrıcalık sebebi olmasını kabul edemeyiz. Bu farkındalıkla, herkesin hayatın bir noktasına kaçınılmaz şekilde maruz kaldığı bu konuyu halının altına süpürmek yerine, elimizin uzandığı ve dilimizin döndüğü nispette yakın çevremizden başlayarak net bir tavır ve şuur oluşması adına sohbetlerimize konu edebilir ve inancımızın emir ve yasakları çerçevesinde ortak bir tavır ve şuur oluşmasına hizmet edebiliriz. Aksi taktirde, bugünün dünyasında aynı çatı altında yaşadığımız kendi kardeşlerimizin ve evlatlarımızın bile bu husustaki fikir ve tavırlarının dünyanın öbür ucundan adını bile duymadığımız çeşitli platformlar üzerinden bir şekilde sevgisini/sempatisini kazanmış kişi veya grupların değer yargıları ve kıstaslarına göre belirlemesine şaşırmamak gerekir. Buna ek olarak, bireysel sorumluluğumuz, etrafımızdaki eşcinsel bireylere karşı tavrımızı inancımız ekseninde belirlemek kadar, bu konuda İslam’ın hükmünü ele alarak Müslüman gence yol haritası oluşturacak bir karar mercii ve bu kararı uygulayacak bir yürütme sistemi inşa edilmesine de yatırım yapmayı kapsamaktadır. Böyle kritik ve mühim mevzularda tavrını günlük siyasi çıkarlar ve modalar doğrultusunda belirleyen değil, iman şuuruyla hareket eden bir yönetim ve toplum dua ve temennisiyle.

Referanslar

1- https://theconversation.com/stop-calling-it-a-choice-biological-factors-drive-homosexuality-122764
2- https://evrimagaci.org/escinsel-genlerinin-evrimsel-analizi-escinselik-tercih-mi-genetik-mi-1094
3- https://www-tandfonline-com.sheffield.idm.oclc.org/doi/pdf/10.1300/J082v28n01_08?needAccess=true       
4- http://europepmc.org/article/MED/28058037      
5- https://www.apa.org/research/action/gay
6- https://www.thepublicdiscourse.com/2019/09/57342/
7- http://www.bbc.co.uk/earth/story/20150206-are-there-any-homosexual-animals
8- https://evrimagaci.org/escinsellik-ve-evrim-escinsellik-nedir-escinseller-evrimsel-surecte-neden-elenmedi-113

More Articles for You

Ümmetsiz İman Mümkün Mü?

29 Ekim 2022. Cumhuriyet 99. Yaşına girerken bir TRT spikeri canlı yayında “…bizi ümmet olmaktan çıkarıp birey olma bilincini, cumhuriyet …

Müslümanlığından Utan(dırıl)mak

Geçtiğimiz günlerde, ülkenin köklü eğitim kurumlarından bir üniversitenin misafir öğretim üyelerinin isimleri ve dış görünüşleri, yani milliyetleri ve buna bağlı …

Müslüman Genç Kızları Rahat Bırakın

Başlığa ilk bakıldığında “Müslüman genç kızlara ne yapılıyor da rahat bırakılsın?” diye düşünülebilir, hatta başlık abartılı bulunabilir. Özellikle muhafazakar kesim …

Âdemoğlunun İlkokul İmtihanı

İlkokul eğitimi aileden sonra bir çocuğa verilebilecek en temel eğitimdir. Burada bir çocuk her haliyle örnek alabileceği bir insan olarak …

Anlam Üzerine Bir Deneme

İnsanlar olarak bir şeyin dikkatimizi celp etmesi için o şeyin ilgi alanımıza dahil olması, bizim için bir şeyler ifade etmesi …

Kötülüğün Viralleşmesi I: Televizyon Dedektifliği ve Acı Pornografisi

Sinema ve televizyon, ekransız bir hayat tahayyül edemeyecek kadar uzun bir zamandır hayatlarımızın içerisinde. O kadar uzun bir zaman ki, …