Netice Hatice, köfteler Niyazi
Cem KARACA – Niyazi Köfteler
Yani ne şehit, ne de gazi eyvah!
Burger oldu köfteler maşallah…
Gün geçmiyordu ki bir sebze yemeği soframıza çıkarma yaparak askerlerini üzerimize göndermesin. Çünkü annemle pazara çıkmıştık ve ıspanak, pırasa, karnabahar almıştık. Evimize kendi elimizle sokmuştuk bu sebzeleri. Arada bir kahvaltıda gördüğümüz köfteleri severdim çünkü reklamlarda ateşe çağıran ham-burgerleri hatırlatıyordu. Fakat etli yemekler şurada dursun, haftalık zevkimiz Diriliş izlerken yoğurduğumuz etsiz çiğköfteden ibaretti. Ham-burgerler, patates kızartmaları ve palyaçolar aşkına!!!
Şimdiyse yemeğimizi kendi ellerimizle hazırlamaktan onur duyuyorum. Her türlü mineral ve vitaminden, mevsim sebzeleri ile beslenmekten, bunların vücudumda ete kemiğe dönüşmesinden zevk alıyorum. Hazır yemekler yerine ev yemeklerini yemenin bir direniş olduğunu görüyorum. Çünkü artık bu mevzuyu “tekniği alıp kültürü bırakmak” fikriyle aynı çizgide görüyorum.
Bu fikirle “batının tekniğini alıp kültürlerini almamak” kastediliyordu fakat gelinen durumda “batının tekniği alın(maya çalış)ıp (kendi) kültür(ümüz) bırakıldı.” Böyle bir şeyin sadece masal olduğunun idrakine nasıl varılabilirdi bilemiyorum. Buna kafa yorarken pencere kenarında divanı, ortada tandırı olan cumbalı bir evde kitap okuyan babamla sohbet ederken daldım gittim düşüncelere. Bu eve yalnızca bir televizyon koyuverin bakalım. Bu makineyi içeride duvara yaslamak yetmez, yere konacak alet değil bu sonuçta, bir TV konsolu lazımdır eve. İzleyebilmek için karşısına bir koltuk koymak lazım gelir. Ee böyle de ekran çok parladı göremiyoruz, öyleyse divanı söküp sırtımızı güneşe yüzümüzü ekrana dönmeli. Artık koltuklarda oturup dünyayı yüksekten izlemeye alıştığımıza göre yerde yemek de yakışmaz bize! Hop bir de yemek masası…
Bir teknik malzeme olarak gördüğümüz bu makine aslında ne çok şey değiştirivermiş evimizde. Cumbalı pencereden sokağa bakan gözlerimizi, CNN’in penceresinden dünyaya çevirdik şimdi. Artık dünyanın dertleriyle ilgilenebiliyoruz ama penceremizin önüne konan güvercinlerden haberimiz yok. Modanın ritmine uyarken mevsimlerin ritmini kaçırdık gitti. Her mevsim yenebilen hamburgerler sofralarımızı işgal etti. Kavgaya yetişir gibi koşuyoruz her gün. Hızlı ve hazır şeyler yiyoruz. Hayat kalitesi yerine vasat ama sürprizsiz bir şeyler arıyoruz.
McDonald’s yemek kadar hazır, onu hazırlamak kadar kolay ne var acaba şu dünyada. Bir McDonald’s hamburgerinin lezzeti nerede yersek yiyelim asla değişmez. Ne üstün bir lezzet vâdeder ne de sürpriz bir tat. Hazıra ve vasata alıştıktan sonra neden mutfağımda pırasa pişireyim ki artık? Neden ıspanakla kavga edeyim? Neden hayat kalitemi artırayım? Neden şahsî gelişimimi zorlayayım? Oysa her hafta sebzelerle kavga etmem kardeşlerimle çekişmem gibi sıcacıkmış, anladım. O sebzeler bizden biriymiş. Güvercinin sigortası, evimizin bereketiymiş.
Annemin pişirdiği pırasayı zorla yedirmesi bana bir şahsiyet kazandırırken, hamburgerdeki bin bir yapaylıkla üretilmiş şey mideyi bozunca onu yarım bırakmak adettendir. Bireyi zehirleyen şeyleri çöp etmek modernlikten cevaz almıştır ama anne yemeğinin dökülmesi bir şahsiyet meselesidir. Huzursuzluk çıkarır, yüz astırır, kavga ettirir. Nimete hürmetsizlik, aç olanlara hakaret, anne emeğine saygısızlık, yaratana şükürsüzlüktür. Hamburger dökmek mekanik bir iştir, robotlaştırır ama pırasa dökmek farklı hisler bırakır çünkü insanın şahsiyetine yakışmaz. Bize insanları hatırlatır, bizi insanlaştırır. İsraf bu demektir işte. Şahsiyeti israftır, insanlığımızı israftır. Biz sadece pırasa yediğimizi sanırken aslında etimizi kemiğimizi kültürümüzle yoğuruyoruz. Sadece teknik aldık derken de şahsiyetimizden sıyrılıyoruz.
Taksitle aldığımız televizyonlar karşılığında ilk taksiti güvercinler ödedi. Sonra McDonald’s girdi hayatımıza. Ucuz ve basit İkea sardı etrafımızı. Divanımızı, tandırımızı, tahta kaşığımızı ve nicesini taksit taksit ödedik. Tükettik bin yılın kredilerini. Havalı, vücut şeklini alan yataklara alışan bizler bilgisayarla cihad etmenin çağın bir gereği olduğunu savunmaktan başka ne yapabiliriz artık? Koltuklara alışan dizlerimiz namazda da bükülmüyorsa artık, önünde eğilecek neyimiz kaldı ki? Bu yüzden McDonald’s yemek şahsiyet meselesidir, bir daha düşünün…
Ne demişti Cem Karaca:
“Bütün köftecileri Türkiye’nin
Birleşin, yallah!
Hamburger go home!
Yaşasın köfteler!“