(Bu yazı müstakil olarak okunabileceği gibi, öncesinde girizgah mahiyetinde yazarın şu yazısının okunması da tavsiye edilir.)
Vurucu bir soruyla başlayalım:
‘Tasniflerde insanoğlunun da dâhil edildiği memeliler sınıfında yer alan insandan başka bir canlı daha var mıdır ki cinsel erginliğe ulaşmış olsun ama mücbir olmayan sebeplerle kendisini cinsî münasebetten mahrum kılsın?’
Aslında sizlerin de takdir edeceği üzere bu soru cevabı kendisinde mündemiç, retorik bir soru.
Benim bildiğim kadarıyla, insanoğlundan başka böyle bir canlı türü yok.
“Peki, bunun önemi ne? Bu bilgiyle ne yapmamızı bekliyorsun?”
Anlatayım.
Yunus Emre’nin “Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez” şeklinde veciz olarak ifade ettiği üzere, insanı ‘insan’ yapan özü (belki de aşkı) çıkarırsak geride kalan cesedin hayvanlardan pek bir farkı yoktur. Her ne kadar gelişmiş beyni sayesinde diğerlerine üstün gelebiliyor, onları kahrına râm edebiliyorsa da insan da neticede biyolojik olarak bir hayvandır. Ve yine her ne kadar akıl ve irade süzgecinden faydalanıyor olsa da insanlar, hayvanlar gibi içgüdüleri ve dürtüleri tarafından yönlendirilirler. İnsanı hayvanlardan ayıran en mühim noktalardan birisi tam da bu noktada karşımıza çıkar: hiçbir hayvan dürtüleri doğrultusunda hareket ettiği için kınanmazken, her bir insan evladından doğarken yanında getirdiği dürtülerini kontrol etmesi, sınırlandırması, yani terbiye edilmiş olması beklenir. Tabiatından gelen arzulara, heveslere gem vurmak, dürtülere hâkim olmak bizler için o kadar önemlidir ki hayvanları dahi evlerimize almadan bir evcilleştirme yani terbiye sürecinden geçiririz.
İnsanı değerli kılan, hatta insanı ‘insan’ kılan vasıfların başında gelir: ihtiyaçlarını erteleyebilme, dürtülerine hâkim olabilme, iradesini ortaya koyarak ta derinlerden, en içinden (nefs) gelen buyruklara karşı direnebilme…
Bunun içindir ki hikayemiz yasak meyveyle başlıyor. Fakat o hikâyede dikkatimizden kaçmaması gereken önemli bir detay var; ‘Şu ağaca yaklaşmayın’ emrinden hemen evvel şöyle buyuruyor Yaradan: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz bol bol yiyin”
Neresinden dilerseniz…
Bol bol…
Bizleri bu alçaltılmış yere indiren Allah, kulunun bu ihtiyaçlarını ve zaaflarını tastamam bilmekte ve imtihanları da ona göre dizayn etmektedir.
Kuran-ı Kerim meali okuyan herkesin dikkatini çekmiş olsa gerektir: insanoğlunun özü hakkında bir tane bile müsbet sıfattan mevzubahis yoktur; insan acelecidir, zayıftır, nankördür, zalimdir.
Bu yüzden olsa gerek kuluna karşı çok merhametli olan Hazret-i Allah helal dairesini geniş tutmuştur.
Yeryüzünde vâr olan yiyecek ve içeceklerin çoğu helaldir. Nefsinin kölesi olmayan insanlar için helal dairesi içinde kalarak yeme-içme ihtiyacını gidermek gerçekten kolaydır.
Peki ya cinsel ihtiyaçlar? Şehevi arzular?
İşte orada bir durmak ve düşünmek gerekiyor.
—
İnsan, diğer canlılar gibi dünyaya ihtiyaçlarla, zaaflarla mâlûl olarak gönderilir. Her ne kadar bu ihtiyaçlar bizim için birer ayakbağı imiş gibi gözükse de, Yaratıcı’nın bu ihtiyaçların giderilmesine, tatmin edilmesine iliştirdiği hazlardan da kolay kolay feragat edemezdik sanırım. Açlık, susuzluk nefsimiz için tatsız hallerdir, fakat bunların yemekle ve kana kana içilen suyla tatmini ne de hoştur.
Bu ihtiyaçlar/zaaflar hakikat nazarıyla bakıldığında insanı o kadar aciz gösterir ki nev’imin nasıl bu kadar da kibirlenebildiğine hayret ederim. Tuvalet ihtiyacını gideremediği için kıvranan birini gördüğümde aklıma hep bu gelir: ‘Aman Allah’ım, ne kadar zavallıyız!’
Fakat yüce Yaratıcı def-i hacet gibi ‘süfli’ bir işe bile bir lezzet tayin etmiştir.
Modern döneme kadar, özellikle İslam toplumları için, cinsi şehvetin helal dairesi içinde tatmini bugüne kıyasla çok daha kolaydı. Cinsellik İslam toplumu için bugünkü gibi bir tabu değildi. Hatta İslam toplumunun karşısına konumlandırabileceğimiz toplumlar[1] İslam’ı şehvetin kalesi olarak görüyor, hiç görmedikleri halde fantastik harem tasvirleri yapıyordu. Dahası insanların eski dinini terk edip akın akın İslam’a koşmasını, İslam’ın (özellikle erkekler için) hem bu dünyada hem öbür dünyada insanların şehvetine hitap etmesine bağlıyorlardı.[2] Sonrası hepimizin az çok bildiği hikâye; bir hercümerç yaşandı, ‘güneş’ Batı’dan doğmaya başladı ve bugünlere geldik.
Bu dünyaya geldiğimize değil de gönderildiğimize inanan Müslümanlar için cinsi arzularını helal dairesi içinde tatmin etmek iyice zorlaştı ve daha da zorlaşmaya devam ediyor. Açlık ve susuzluk gibi neticede insanı canından etmediği için, ihtiyaçlar hiyerarşisinde epey yukarılarda yer almasına rağmen bu arzular tatmin edilmeden de yaşayabiliyoruz. Ama nasıl yaşamak! Yahut en fıtri ihtiyaçlardan birine karşı yenik düşüp harama tevessül ediyor insanlar. Hepimizin mesele etmesini istediğim bu mesele o kadar mühimdir ki belki de koca bir medeniyetin huzursuzluğu burada yatmaktadır.[3]
Öncelikle şu yalın gerçeği bir kez daha zikretmek istiyorum: karşı cinsi arzulama, cinsel münasebet isteği bizlere Allah’ın verdiği en tabii, en fıtri şeylerdendir. İnananlar için esas mesele her amelde olduğu gibi burada da Yaratıcı’nın istediği ve bizlere öğrettiği ‘doğru’ ve helal şekilde bu işi gerçekleştirmektir.
Bir insanın cinsel olgunluğa ulaştıktan sonraki o kadar çok ameli cinsel dürtülerle şekillenir ki fıtrat üzere yaşamayı kendine amaç edinmiş hiçbir müminin bu konunun hayatiyetini göz ardı etme lüksü yoktur. Akıl nimetiyle kendilerinden ayrıldığımız hayvanlar âlemindeki canlıların sırf cinsel birleşmeyi gerçekleştirebilmek ve neslini devam ettirebilmek için katlandıkları zahmetler, ödedikleri bedellere izlediğiniz belgesellerdenden sizler de aşinasınızdır. Bu uğurda çoğu kez canlarını dahi ortaya koyuyorlar. İnsanlar akıl ile ayrışıyor dedik amma aslında insanlık tarihi de yine bu yolda işlenen cinayetlerle dolu. Her ne kadar Kuran’ı Kerim kaynaklı olmasa da ilk kardeş katlinin dahi amiyane tabirle ‘kız meselesi’ kaynaklı olduğu rivayet edilegelmiştir.[4]
—
Evet, geldik en zor kısma.
Sınırları belli olmasa da var olduğundan şüphe etmediğimiz ‘muhafazakâr camia’ya sesleneceğim. Sözüm meclisten içeri.
Bahsettiğim hercümerç sonrası Hıristiyan Batı dünyası önemli bir dönüşüm geçirdi. İslam dünyasının bu hususta hiçbir problemi yokken onlar üreme amaçlı olmayan cinsi münasebeti bile men ediyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada ise cinsel olgunluğa eriştikten sonra bunu tecrübe etmeyi ertelemeyen, karşı cinsi çoktan aşıp hemcinsine yönelmeyi dahi normalleştiren bir ‘medeniyet’ var karşımızda. Ve ne yazık ki zamanın ruhu onlardan ve onların örnekliklerinden yana işlemekte ve Müslümanlar da her geçen gün helal dairesini daha kolay terk etmekte.
—
Şu an müstehcen bir çağda yaşıyoruz; her şey transparan!
Bununla mücadele edeceksek hakikatler de dosta-ağyare vâzıh bir şekilde anlatılmalı.
İstesek de istemesek de mecaz-istiare dönemi geride kaldı.
Ve ben suçluyorum!
Önce kendimi, sonra mahallemi; sizleri!
Suçluyorum!
Bizi çirkinleştiren, bizi riyakarlaştıran, bizi bitiren bir sahte suskunluk içinde yaşıyoruz.
Kafasını kuma gömünce kendini gizlediğini sanan devekuşlarından daha iyi durumda değiliz.
Hepinizin bildiği, ama en iyi ihtimalle küçük meclislerde itiraf edilen hakikatlerden bahsedeceğim şimdi.
Benim babam 21 yaşında evlenmiş. 33 yaşındayken 5 çocuğu olan birinden bahsediyoruz. Ben 25 yaşında evlendim. (ki jenerasyonuma göre epey erken sayılır) Bir şeyleri değiştiremezsek bizim çocuklarımız daha da geç evlenecek.
Onların çocukları evlenmeyecek bile.
Peki ya onların çocukları?
Bak onlar evlenir belki.
Ama hemcinsleriyle.
“Allah muhafaza” tabi. Ben sadece geriden de olsa adım adım izlediğimiz Batı’daki serencamı tarif ettim size.
Durum bu kadar ciddi iken bu mahalle hala kol kırılır, yen içinde kalır seviyesinde top çeviriyor.
Ne yaptı mesela bu mahalle?
İhtilat olmasın diye kızların ve erkeklerin tamamen ayrı binalarda eğitim görebileceği imam hatip liseleri inşa etti.
Tamamen iyi niyetle…
(Demin hepinizin bildiği şeylerden bahsedeceğim dedim ama burada bir istisna yapacağım)
Peki ben size Türkiye’nin önde gelen proje imam hatip liselerinden birisinde bir gencin hemcinslerine karşı eşcinsel eğilimler gösterdiği için okuldan uzaklaştırıldığını söylesem, ne dersiniz? Evet yaşandı bu.
Karma eğitimin faydalı mı zararlı mı olduğunu tartışmaya açmıyorum. Daha ilk okuldayken bu konuda münazara yapar, her zaman karma eğitimi yerle yeksan ederdik biz zaten. O günler geride kaldı, kalmalıydı.
Yine başka bir proje imam hatipte bir genç intihara kalkıştı, sakat kaldı. Duymadınız.
Ne yapalım peki, #İmamHatiplerKapatılsın diyen koroya mı katılalım?
Hayır tabi ki.
Ama artık gerçek problemlerimizi konuşalım.
Çok değişik bir dönemde yaşıyoruz.
Her dönem kendine göre değişik elbet ama bu dönemin alametifarikası; değişik iki dönem arası sürenin çok ama çok kısa olması ve aralarında sadece bir nesil fark olanların bile birbirini anlamakta ciddi zorluk yaşaması.
Artık çocukları, gençleri bir şeyleri onlardan saklayarak koruyamayız. Koruyamıyoruz da zaten.
Sokağa adımımızı attığımız andan itibaren cinsel olarak uyarılmaya başlıyoruz. Her taraf bu uyarıcılarla kaplı. Eskiden gözlerini ve zihnini korumak isteyenler bakışlarını yere sabitlerdi, artık bu bile sizi korumaya yetmiyor.[5] Eskiden insanlar haramlardan kaçmak için evlerine kapanırlardı. Şu an evlerin içine giren haram imkanları kendini sakınmak isteyene soluğu sokakta aldıracak seviyede.
Suçlamaya devam edeyim.
Şu an uyuşturmak için eline tablet verdiğiniz çocuklar ileride odalarına çekilip ne izleyecekler sizce?
Koruma içgüdüsüyle odasına ani baskınlar yaptığınızda ise kendisine daha güvenli mekanlar arayıp bulmayacak mı?
Haramın ve cinsel uyaranların bu kadar kolay hayatımızı penetre ettiği bir dönemde nesillerimizi nasıl koruyacağız?
Müslümanlar için cinsi münasebetin helal tek yolu nikahtır.
Fakat bu ülkede gençlerin nikahlanma yaşı her geçen yıl daha da ötelenmektedir.
Duymaktan hoşlanmadığımız fakat doğru olduğuna da hepimizin emin olduğu bir hakikat: bu ülkede ‘cinsel açlık’ problemi vardır.[6]
Muhafazakâr ailelerin çocukları flört de edemedikleri için ya bu durumdan bîzar halde zaman geçirmekte ya da bu gayrı fıtrî duruma tahammül edemeyip flörtten zinaya kadar üzücü yollara savrulmaktadır.
Biz inanırız ki nikahta keramet vardır. Nikaha kadar kendini sakınanlara Allah evlilikte tarifsiz lezzetler saklamıştır.
Bugün evlilik bağını boyunlarına takılan bir tasma olarak addedenler evlenmeden önce her türlü zevki tecrübe ettiği için evlilik onlar için hiçbir sürpriz barındırmayan, tat vermeyen hakikaten onları kısıtlayan bir ayak bağına dönüşmüş durumda. Yıllarca flört edip 6 ay evli kalamamalarının ardında biraz da bu var.
-‘Peki ne yapmamız gerekiyor? Çocukları daha gözleri açılmadan hemen everelim mi yani?’
Çok net söylüyorum: bir Müslümanın hayat planında evlilik kâğıda ilk yazılacak şeydir.
Rehberimiz, önderimiz Peygamber Efendimiz, ‘Gücü yeten evlensin, gücü yetmeyen oruç tutsun’ buyurmuş. Evlilik, neredeyse bir emir hükmündedir. Zaruret durumları için oruç bir ruhsat olarak tavsiye edilmiştir. Müslüman için evlilik bir ‘acaba’ sorusu değildir, ‘ne zaman’ sorusudur.
-‘Evlilik ve/ya cinsellik bu kadar mı önemli? Biraz abartmıyor musun?’
Rehberimiz, önderimiz Peygamber Efendimiz, ‘Evlenen dininin yarısını tamamlamış olur, diğer yarısı için de Allah’tan korksun’ buyurmuş. Ve O hiç abartmaz.
Fakat bu sorunu çözmenin yolu henüz daha ağızları süt kokan gençleri evlendirme yoluna gitmekten geçmiyor elbette.
Gençleri 30 yaşına kadar ana kuzusu gibi takılacakları şekilde yetiştirmekten vazgeçmekle başlıyor bu iş.
İslam’ın kızı/İslam’ın erkeği yetiştirmekten dem vuranlar için en öncelikli gündemlerden birisi budur: nesilleri cinsel erginliğe eriştikten sonra çok geçmeden evlenebilecek kalibrede, sorumluluk bilincinde yetiştirmek!
Bunun nasılı üzerine de söylenecek şey varken, baklayı yazının sonunda çıkardığım için bana sitem etmeyin lütfen.
Bu yazının amacı sizi bu mevzunun hayatiyetine ve aciliyetine ikna etmekti.
Çözüme dair önerilerimi hayat tecrübem arttıkça, heybem doldukça yine yazarak sizlerle paylaşmak isterim.
O zamana kadar Allah’a ısmarladık!
[1] İster Batı toplumu diyin, ister Hıristiyan toplumu
[2] Bu hususta bolca örnek bulmak için Özlem Kumrular’ın İslam Korkusu kitabını inceleyebilirsiniz.
[3] “Eyleme dönüşmeyen arzu ruh bozukluğuna yol açar.” der Blake. “Tatmin edilmemiş bir arzu, bizi özlemle dolu olarak bırakır, tatmin edilen bir arzunun yerini bir yenisi alıncaya kadar da can sıkıntısı yaşarız.” diye ekler Schopenhauer.
[4] Eski ve Yeni Ahit kaynaklıdır.
[5] Ankara’ya ilk gittiğimde -sonradan meşhur olduğunu öğrendiğim- yerlere saçılmış üzerinde yarı çıplak fotoğrafların olduğu fuhuş kartvizitleri gördüğümde nasıl şok olduğumu hatırlıyorum.
[6] Yüzünüzü buruşturacağınız sert bir cümle daha kurayım: Anadolu’da gariban eşeklerin neler çektiğini bilmeyen mi var?
Selamun aleyküm
Tebrik ediyorum öncelikle…..
Lisans sosyal hizmet mezunuyum . Anne olmak öncelikler arasında olmalı ve bununla beraber sahada olmak gerektiğini de düşünüyorum. Çalışmak….